İdea Yayınevi / Adlar
site haritası  
 
 
1
Herakleitos
Frank Thilly

 
Herakleitos  
Herakleitos (İ.Ö. 535-475) Efes’te soylu bir ailenin oğlu olarak doğdu. Tüm yaşamı boyunca demokrasiyi aşırı boyutta hor gören uzlaşmaz bir aristokrat olarak kaldı. Ciddi, eleştirel ve kötümser, insanlar ile ilgili düşüncelerinde bağımsız, inakçı, kibirli ve yanlış aramaya eğilimliydi. Hesiodos, Pisagoras, Xenofanes ve giderek Homeros’tan bile kötüleyerek söz eder ve kendi kendini eğitmiş olması ile övünür. ‘‘Çok-bilme,’’ (polymathy) der, ‘‘anlığı eğitmez, öyle olsaydı Hesiodos, Pisagoras ve Xenofanes’i bilge yapardı.’’ Biçemi karanlıktır, büyük olasılıkla bilinçli olarak öyledir, o denli ki Karanlık diye adlandırılır olmuştur. Yine de bilgelik ve özgün deyişler ile dolu etkileyici bir yazardı ve hiçbir tanıtlama yoluyla destekleme girişiminde bulunmadığı bilicilere özgü sözlere düşkündü. Çalışmasından yalnızca fragmanlar kaldı; çalışmanın sık görülen bir başlık olan Doğa Üzerine başlığını taşıdığı ve fiziksel, törebilimsel, politik olmak üzere üç bölüme ayrıldığı düşünülür. Sık sık Herakleitos’a yüklenen Mektuplar düzmecedir.

Karşıtların Birliği
Herakleitos’un öğretisindeki temel düşünce, gördüğümüz gibi, evrenin biteviye bir değişim durumunda olduğudur; ‘‘aynı ırmağa iki kez giremezsiniz, çünkü her zaman başka sular akmayı sürdürür.’’ Bildiği en dinamik tözü, hiçbir zaman dinginliğe ulaşmıyor görünen birşeyi, onun tarafından örgenlikteki dirimsel ilke ve ruhun özü olarak görülen her-zaman-yaşayan ateşi (kimi zaman ona buğu ya da soluk da der) ilk ilkesi olarak seçmesi bu ardı arkası kesilmez etkinlik kavramını gözler önüne sermek içindir. Kimi yorumculara göre ateş-ilkesi biteviye etkinliğin ya da sürecin yalnızca somut fiziksel bir anlatımıdır; bir töz değil, tözün yadsınması, arı etkinliktir. Ama Herakleitos büyük olasılıkla böyle ince bir noktayı düşünmüş değildi; onun için sürekli olarak nitel dönüşüme uğrayan, biteviye değişen bir ilke bulmak yeterliydi; ve ateş bu istemleri karşılıyordu.

Ateş suya ve sonra toprağa değişir; toprak da geriye suya ve ateşe, ‘‘çünkü yukarıya yol ve aşağıya yol birdir.’’ ‘‘Tüm şeyler ateş ile değiştirilir ve ateş tüm şeyler ile; tıpkı malın altın, altının mal karşılığında değiştirilmesi gibi.’’ Şeyler kalıcı görünürler, çünkü onlardaki biteviye devinimleri algılamayız ve bir yolda yitirdiklerini başka bir yolda kazanırlar: güneş her gün yenidir, doğuşunda tutuşur ve batışında söner.

Birincil birlik sürekli devim ve değişim içindedir, hiçbir zaman durağan kalmaz. Yaratılışı yokoluştur, yokoluşu yaratılış. Eş deyişle, başka bir duruma, ateşten suya geçtiğinde, ateş yeni bir varoluş biçiminde yiter. Her şey böylece karşıtına değişir; öyleyse her şey karşıt niteliklerin bir birliğidir; hiçbir şey niteliklerinde dayanıklı olamaz, kalıcı nitelikleri olan hiçbir şey yoktur. Bu anlamda, her şey hem var hem de yoktur; karşıtına yüklenebilen her şey aynı zamanda ona da yüklenebilir. Ve ancak böyle bir karşıtlık bir dünyayı olanaklı kılar. Örneğin müzikteki uyum tiz ve pes seslerin bileşiminden, yani karşıtların bir birleşmesinden doğar.

Başka bir deyişle, dünya çekişme tarafından yönetilir: ‘‘Savaş her şeyin atası ve her şeyin kralıdır.’’ Çekişme ya da karşıtlık olmasaydı dünya sona ererdi — durgunlaşır ve ölürdü. ‘‘Bir iksir bile çalkalanmadığında bileşenlerine ayrışır.’’ Karşıtlar ve çelişikler birleşir, sonuç uyum olur; gerçekten de çelişki, karşıtlık, devinim ya da değişim olmaksızın bir düzen olamazdı. En sonunda tümü de evrensel ilkede uzlaştırılacaktır; dünya aynı zamanda us da olan kökensel durum ya da ateşe dönecek ve süreç yeniden başlayacaktır. Bu anlamda, iyi ve kötü aynıdır; ‘‘Yaşam ve ölüm, uyanıklık ve uyku, gençlik ve yaşlılık aynıdır; çünkü sonrakiler değişir ve öncekiler olur, ve öncekiler yeniden değişerek sonrakiler olur.’’ Tanrı için herşey güzel, iyi ve türelidir, çünkü Tanrı şeyleri olması gerektiği gibi düzenler, tüm şeyleri bütünün uyumunda eksiksizleştirir, ama insanlar kimi şeylerin türesiz kimi şeylerin türeli olduğunu sanırlar.

Us Yasası
Kozmik süreç, öyleyse, gelişigüzel ya da başına buyruk değil, ama ‘‘değişmez ölçü’’ ile uyum içindedir; ya da bugün söyleyebileceğimiz gibi, yasa tarafından yönetilir. ‘‘Şeylerin bu tek düzenini ne tanrılardan ne de insanlardan herhangi biri yapmıştır; tersine, o her zaman değişmez ölçüye göre tutuşan ve değişmez ölçüye göre sönen sürekli-dirimli bir ateşti, öyledir ve öyle olacaktır.’’ Herakleitos ondan kimi zaman Yazgının ya da Türenin işi olarak söz eder ve bu yolla zorunluk düşüncesini dile getirir. Tüm değişim ve çelişkinin ortasında süren ya da kalan tek şey tüm devinim ve değişim ve karşıtlığın altında yatan bu yasadır; bu şeylerdeki ustur, — logos. Öyleyse ilk ilke ussal bir ilkedir; dirimlidir ve usla donatılıdır. ‘‘Tüm şeyleri tüm şeyler arasından yönlendirip yönetenin us olduğunu anlamak,’’ der felsefecimiz, ‘‘ancak bu bilgecedir.’’ Herakleitos’un bunu bilinçli us olarak anlayıp anlamadığını saltık pekinlikle söyleyemeyiz, ama öyle olduğunu varsaymak uygundur.

Ruhbilim ve Törebilim
Herakleitos ruhbilim ve törebilimini bu evren kuramı üzerinde temellendirir. İnsan ruhu evrensel ateşin bir parçasıdır ve onunla beslenir. Onu soluruz ve duyularımız aracılığıyla onu alırız. En kuru ve en sıcak ruh en iyisidir, kozmik ateş-ruha en benzeyeni odur. Duyu bilgisi usun altında durur; gözler ve kulaklar kötü tanıklardır. Düşünme olmaksızın algı bize ancak us tarafından bulunabilecek gizli gerçekliği göstermez.

İnsandaki denetleyici öğe tanrısal usa benzeyen ruhtur. İnsan kendisini evrensel usun, tüm şeylere yayılan yasanın buyruğuna altgüdümlü kılmalıdır. ‘‘Us ile konuşanlar için tıpkı bir kentin yasaya sıkıca sarılması gibi, giderek çok daha güçlü bir biçimde, tüm şeylerdeki evrensel öğeye sıkıca sarılmak zorunludur. Çünkü tüm insan yasaları tanrısal olan tek bir yasa ile beslenir.’’ Törel olmak tümümüz için aynı olan, tüm evren için aynı olan ussal bir yaşamı yaşamak, usun buyurduklarına boyuneğmektir. Yine de, ‘‘us ortak olsa da, insanların çoğu kendilerine özgü bir anlayış güçleri varmış gibi yaşarlar.’’ Ahlaksallık yasaya saygı, öz-disiplin, tutkuların denetlenmesi demektir; kendini ussal ilkelere göre yönetmektir. ‘‘İnsanlar yasaları için tıpkı surları için dövüştükleri gibi dövüşmelidirler.’’ ‘‘Kişilik insanın koruyucu tanrısallığıdır.’’ ‘‘Densizliği söndürmek yangını söndürmekten daha gereklidir.’’ ‘‘Tutkuya karşı savaşmak zordur; çünkü istediğini ruh pahasına satın alır.’’ ‘‘Benim için bir kişi, eğer en iyisiyse, on bin kişi denli değerlidir.’’

Herakleitos ‘‘şairleri izleyen ve çoğun kötü ve azın iyi olduğunu bilmeyerek kalabalığı öğretmen edinen’’ ve ‘‘sığırlar gibi tıka basa yiyen’’ kitleleri aşağı görüyordu. Yaşam olsa olsa üzücü bir oyundur: ‘‘Ömür dama taşlarıyla oynayan bir çocuktur; krallık bir çocuğundur.’’ ‘‘İnsan, gecede bir ışık gibi, yakılır ve söndürülür.’’ Herakleitos halksal din konusunda da küçümsemeden başka bir şey duymaz: ‘‘Kendilerini kanla arındırırlar, sanki çamura batan biri kendini çamurla yıkayıp arıtabilirmiş gibi. Eğer insanlardan herhangi biri onu bunu yaparken görseydi, çıldırmış olduğunu düşünürdü. Ve bu imgelere yakarırlar, tıpkı birinin insanların evleri ile söyleşiye girmesi gibi, çünkü tanrıların ve yarı-tanrıların ne olduklarını bilmezler.’’

THILLY: BİR FELSEFE TARİH: YUNAN FELSEFESİ: DOĞA FELSEFESİ: § 5 DEĞİŞİM SORUNU: HERAKLEİTOS
Çevirenler Nur Küçük Yasemin Çevik

 


2
Herakleitos
Frederick Copleston

HERAKLEİTOS Efesli bir soyluydu, ve Diogenes’e göre 69. Olimpiyat sıralarında, e.d. yklş. İÖ 504-501 yıllarında kendini gösterdi; doğum ve ölüm yılları doğru olarak belirlenemez. Basileus görevi ailesinde kalıtsaldı, ama Herakleitos kardeşinden yana bu görevden vazgeçti. Anladığımıza göre insanlardan uzakta yalnız başına olmayı seven melankolik bir insandı ve sıradan yurttaşlar sürüsünü olduğu gibi geçmişin önde gelen insanlarını da küçümsüyordu. Kentinin yurttaşları konusunda şunları söyledi: ‘‘Efeslilerin tüm yetişkin erkekleri kendilerini asıp kenti sakalsız delikanlılara bıraksalar çok iyi yapmış olurlar; çünkü ‘Aramızda en iyi olan hiç kimseyi istemeyiz; eğer böyle biri varsa, bırakın başka bir yerde ve başkalarının arasında böyle olsun!’ diyerek içlerindeki en iyi insanı, Hermodorus’u kovdular.’’1 Yine şunları diyordu: ‘‘Priene’de yaşadı Bias, Teutamas oğlu, ki geri kalanların tümünden değerlidir.’’ (‘‘İnsanların çoğu kötüdür’’ diyordu.)2

Herakleitos Homer’e ilişkin düşüncelerini şöyle anlatır: ‘‘Homer yarışmalardan atılmalı ve kamçılanmalıdır, ve Arkilokhus da.’’ Benzer olarak şunları da belirtiyordu: ‘‘Çok öğrenmek anlamayı öğretmez, yoksa Hesiod ve Pisagoras’a, ve ayrıca Ksenofanes ve Hekataeus’a da öğretirdi.’’ Pisagoras’a gelince, ‘‘bilimsel araştırmayı tüm başka insanların ötesinde uyguladı, ve bu yazılardan bir seçme yaparak, pek çok şeyin bir bilgisinden ve bir düzenbazlıktan [imposture/Machenschaften] başka birşey olmayan bilgeliğini ileri sürdü.’’3

Herakleitos’un deyişleri zaman zaman hoş olsalar da, çoğu özlü ve derin bir nitelik gösterir. Örneğin: ‘‘Hastaları kesen, yakan, delen ve geren doktorlar bunun için almayı hak etmedikleri bir ücret isterler’’; ‘‘Yetişkin birine Tanrı karşısında bir çocuk denebilir, tıpkı yetişkin karşısındaki bir çocuk gibi’’; ‘‘Eşekler samanı altına yeğler’’; ‘‘Karakteri [davranışı] insanın yazgısıdır.’’4 Din karşısındaki tutumuna gelince, Herakleitos’un gizemlere pek saygısı yoktu ve giderek ‘‘İnsanlar arasında uygulanan gizemler kutsal olmayan gizemlerdir’’5 diyordu. Dahası, Tanrıya karşı tutumu, kullandığı dinsel dile karşın, kamutanrıcı idi.

Herakleitos’un biçemi biraz bulanık olmuş görünür, çünkü daha sonraki bir zamanda o skotenos [bulanık, karanlık] lakabını kazanmıştır. Bu adlandırma bütünüyle raslantısal görünmez: en azından elimizdeki parçalarda şöyle tümceler buluruz: ‘‘Doğa gizlemeyi sever’’; ‘‘Delfi bilicisinin efendisi demek istediğini ne açıklar ne gizler ama imler.’’ Ve insanlığa kendi iletisi üzerine şunları söyler: ‘‘İnsanlar onu ilk işittiklerinde tıpkı işittikten önce olduğu gibi anlayamazlar.’’6 Burnet’e göre Pindar ve Aeskilus da aynı peygamberce tonda konuşurlar ve bunu belli bir düzeye dek çağdaş dinsel yeniden dirilişe yükler.7

Birçokları için Herakleitos ona yüklenen ünlü deyişle bilinir, gerçi görünürde onun olmasa da: ‘‘Herşey akıyor, panta rei.’’ Gerçekten de pekçok insanın ona ilişkin olarak bildiğinin tümü budur. Bu bildirim öğretisinin gerçekten de önemli bir yanını temsil etse de, felsefi düşüncesinin çekirdeğini temsil etmez. O şu deyişten sorumlu değil midir: ‘‘Aynı ırmağa iki kez giremezsin, çünkü üzerine her zaman yeni sular akar.’’8 Dahası, Platon’a göre ‘‘Herakleitos bir yerde tüm şeylerin geçtiğini ve yokluğun kaldığını söyler; ve şeyleri bir ırmağın akıntısıyla karşılaştırarak der ki, aynı akıntıya iki kez giremezsin.’’9 Ve Aristoteles Herakleitos’un öğretisini ‘‘Tüm şeyler devimdedir, hiçbirşey değişmeksizin olamaz’’10 görüşünü doğruluyor olarak betimler. Bu bakımdan Herakleitos eski dünyada bir Pirandello’dur, hiçbirşeyin dayanıklı, hiçbirşeyin kalıcı olmadığını haykırır, ‘‘Olgusallığın’’ olgusal olmadığını bildirir.

Bununla birlikte, Herakleitos’un değişen hiçbirşey olmadığını öğretmeyi amaçladığını sanmak yanlış olacaktır, çünkü bu felsefesinin geri kalanıyla çelişir.11 Ne de giderek değişim bildirimi felsefesinin en önemli ve imlemli özelliğidir. Herakleitos’un vurguladığı dahaçok ‘‘Söz’’ü, e.d. insanlığa özel iletisidir, ve eğer ileti şeylerin sürekli olarak değişmekte oldukları gerçeğinden daha çoğuna varmasaydı, onu vurgulamada kendini pek haklı göremezdi: değişim gerçeği başka İyonyalı felsefeciler tarafından da görülmüştü ve pek yeni birşey değildi. Hayır, Herakleitos’un felsefeye özgün katkısı başka bir yerde yatar: bu türlülükte birlik ve birlikte ayrım düşüncesinden oluşur. Gördüğümüz gibi, Anaximander’in felsefesinde karşıtlar birbirleri üzerine aşıyor olarak, ve sonra sırasıyla bu haksızlık edimi için ceza görüyor olarak sunulurlar. Anaximander karşıtların savaşını düzensiz birşey, olmaması gereken birşey, Birin arılığını bozan birşey olarak görür. Ama Herakleitos bu bakış açısını kabul etmez. Onun için karşıtların çatışması, Birin birliğine leke olmak bir yana, tersine Birin varlığına özseldir. Gerçekte, Bir ancak karşıtların geriliminde varolur: bu gerilim Birin birliğine özseldir.

Herakleitos için Olgusallığın Bir olduğu şu deyişinde yeterince açıkça görünür: ‘‘Bana değil ama Sözüme kulak vermek, ve tüm şeylerin bir olduğunu doğrulamak bilgecedir.’’12 Öte yandan, karşıtların çatışmasının Birin varoluşuna özsel olduğu şöyle bildirimler tarafından da açıkça gösterilir: ‘‘Bilmeliyiz ki savaş [war/Krieg] her şeye ortaktır ve çekişme [strife/Zwiespalt] türedir [justice/Recht], ve tüm şeyler çekişme yoluyla varlığa gelir ve yitip giderler,’’13 ve Homer ‘‘O çekişme tanrılar ve insanlar arasında yok olsun’’ derken yanılıyordu. Evrenin yokoluşu için dua ettiğini görmedi, çünkü, eğer yakarışları duyulacak olsaydı, tüm şeyler yitip giderdi.14 Yine, Herakleitos açıkça bildirir: ‘‘İnsanlar çatışmada olanın kendisi ile nasıl bağdaştığını bilmezler. O karşıt gerilimlerin uyumlu kılınışıdır, yayın ve lirinki gibi.’’15

*(Aziz Yardımlı): ‘‘Varlık’’ kategorisi mantıksal olarak ‘‘Oluş’’ kategorisinden önce gelir, çünkü analitik olarak düşünüldüğünde Oluş hiç kuşkusuz Varlık içerir. Böylece Parmenides (Varlık) zamansal olarak Herakleitos’tan (Oluş) önce gelmelidir. Copleston’un Hegel’i eleştirisi bu uslamlama üzerine dayanır. Eğer Oluş kategorisi bir felsefeci tarafından zamansal olarak Varlık kategorisinden önce düşünülmüşse, bu hiç kuşkusuz Oluş kategorisinin Varlık kategorisini dışlamasını, Var olmayan ya da Varlık içermeyen bir Oluş sürecinin olduğunu imlemez. Parmenides Herakleitos’tan sonra da yaşayabilirdi. Heidegger ve Sartre ise Varlık kategorisini incelemede özellikle geciken iki Avrupalı düşünürdür. (Ayrıca Hegel’in çözümlemesindeki Yokluk kategorisine karşılık düşen bir ön-Sokratik te yoktur!) Ön-Sokratiklerde dikkati çeken nokta usun tüm dışsallıktan, mitolojiden özgür bu ilk felsefi girişimlerinde herhangi bir kavramın tüm başkalarını ikincil kılma pahasına vurgulanmasıdır. (Daha sonra aynı ‘‘tekilcilik’’ modern Avrupa’da felsefenin doğuşunda bir kez daha yaşanacak ve gerçekliğin BÜTÜN olduğunu ve felsefe tarihinin kavramını kavrayamayan her düşünür tarafından yinelenecektir.

Herakleitos için o zaman Olgusallık Birdir; ama aynı zamanda Çoktur—ve yalnızca ilineksel olarak değil, ama özsel olarak böyledir. Birin aynı zamanda Bir ve Çok olması, Ayrımdaki Özdeşlik olması varlığına ve varoluşuna özseldir. Hegel’in Herakleitos’un felsefesine Oluş kategorisini yüklemesi böylece bir yanlış anlamaya dayanır—ve ayrıca Parmenides’i Herakleitos’tan daha önceye almakla da yanılır, çünkü Parmenides Herakleitos’un bir eleştirmeni olduğu gibi ayrıca bir çağdaşıydı, ve daha sonra ortaya çıkmış olmalıdır.16* Herakleitos’un felsefesi somut bir evrensel, çokta varolan Bir, Ayrımdaki Özdeşlik düşüncesine çok daha uygun düşer.

Ama çoktaki-Bir nedir? Herakleitos için, daha sonra düşünceyi ondan alacak olan Stoacılar için de olduğu gibi, tüm şeylerin özü Ateştir. Şimdi, ilk bakışta öyle görünebilir ki Herakleitos yalnızca eski İyonya teması üzerine aynı şeyleri yineler—sanki Thales olgusallığı Su ve Anaximenes Hava yapmış olduğu için, Herakleitos, yalnızca öncellerinden başka birşey bulmuş olmak için, Ateş üzerinde diretiyordu. Doğal olarak, ayrı bir Urstoff, bir kök-gereç bulma dileği belli bir düzeye dek etkili olmuş olabilir; ama Ateşi seçişinde bundan daha çoğu vardı: Ateş üzerinde karar kılmak için olumlu bir nedeni, ve çok iyi bir nedeni vardı—bir neden ki felsefesinin özeksel düşüncesi ile bağlıydı.

Duyu-deneyimi bize ateşin beslenerek, türdeş olmayan özdeği tüketip kendine dönüştürerek yaşadığını gösterir. Bir nesneler çokluğundan deyim yerindeyse fışkırarak onları kendine değiştirir, ve bu özdeksel gereç olmaksızın sönerek varolmaya son verecektir. Ateşin varoluşunun kendisi bu ‘‘çekişme’’ ve ‘‘gerilim’’ üzerine dayanır. Bu hiç kuşkusuz gerçek bir felsefi kavrama ilişkin duyusal bir simgedir, ama açıkça bu kavram ile su ya da hava durumunda öyle kolayca sözü edilemeyecek bir ilişkisi vardır. Böylece Herakleitos’un Ateş’i olgusallığın özsel doğası olarak seçmesi yalnızca onun payına keyfi bir davranışa bağlı olmadığı gibi, ne de yenilik isteğine ve öncellerinden ayrı olma zorunluğuna bağlıdır; tersine, ana felsefi düşüncesi tarafından imlenir. ‘‘Ateş,’’ der, ‘‘yoksunluk ve doymak bilmezliktir’’—o, başka bir deyişle, varolan tüm şeylerdir, ama sürekli bir gerilim, çekişme, tüketme, yanma ve sönüp gitme durumu içinde bu şeylerdir.17 Ateş sürecinde Herakleitos iki yol ayırdeder—yukarıya ve aşağıya doğru yollar. ‘‘O değişimi yukarıya ve aşağıya doğru yollar olarak adlandırdı ve kozmozun onun dolayısıyla varlık kazandığını söyledi. Ateş sıkıştığı zaman nem olur, ve basınç altında suya döner; su pıhtılaşarak toprağa döner, ve buna Herakleitos aşağıya doğru yol der. Ve, yine, toprağın kendisi sıvılaşır ve su ondan gelir, ve başka herşey ondan; çünkü Herakleitos hemen hemen her şeyi denizden buharlaşmaya bağlar. Bu yukarıya doğru yoldur.’’18 Bununla birlikte, tüm şeylerin ateş oldukları ve buna göre değişmez bir akış durumunda oldukları ileri sürülürse, açıktır ki en azından dünyada şeylerin dayanıklı doğaları olarak görünenin bir açıklaması verilmelidir. Herakleitos’un getirdiği açıklama ölçü terimlerindedir: Dünya ‘‘hep diri kalan bir Ateştir ki, ölçüyle yanar ve ölçüyle söner.’’19 Böylece eğer Ateş şeylerden alıyorsa, yakarak kendine dönüştürüyorsa, aldığı denli de verecektir. ‘‘Tüm şeyler Ateş için bir değişim nesnesidir, ve Ateş tüm şeyler için, tıpkı altın için mallar ve mallar için altın gibi.’’20 Böylece, her tür özdeğin tözü her zaman değişirken, o tür özdeğin toplam niceliği aynı kalır.

Bununla birlikte, Herakleitos’un açıklamaya çalıştığı şey yalnızca şeylerin göreli dayanıklılıkları değil, ama ayrıca, gündüz ve gece, yaz ve kış durumlarında görüldüğü gibi, bir tür özdeğin bir başkası üzerindeki değişen baskınlığıdır. Diogenes’ten öğrendiğimize göre Herakleitos değişik öğelerin baskınlığını ‘‘değişik solumalara’’ bağlayarak açıkladı. Böylece ‘‘parlak soluma, güneşin çemberinde tutuşturulduğu zaman, gündüzü üretti; ve karşıt solumanın baskınlığı geceyi üretti. Parlak solumadan gelen sıcaklık artışı yazı üretirken, karanlık solumadan gelen nemin baskınlığı ise kışı üretti.’’21

Gördüğümüz gibi, evrende sürekli bir çekişme vardır, ve ayrıca az çok eşit oranlarda yanan ya da sönen Ateşin değişik ölçülerine bağlı olarak şeylerin göreli bir dayanıklılıkları da vardır. Ve Herakleitos’un ‘‘Evrenin gizli uyumu’’ dediği durumu oluşturan ve ‘‘açıktan [open/offenkundig] daha iyi’’ olduğunu bildirdiği şey bu ölçü olgusu, yukarıya ve aşağıya yolların dengesidir.22 İnsanlar, diyordu daha önce aktardığımız bir parçada Herakleitos, ‘‘çatışmada olanın kendisi ile nasıl bağdaştığını bilmezler. O karşıt gerilimlerin uyumlu kılınışıdır, yayın ve lirinki gibi.’23 Kısaca, Bir kendi ayrımlarıdır, ve ayrımların kendileri birdir, birin ayrı yanlarıdır. Yanlardan hiç biri, ne yukarıya ne de aşağıya doğru yol, sona erebilir: eğer sona erecek olsalardı, o zaman bundan böyle Birin kendisi varolamazdı. Karşıtların bu ayrılamazlığı, Birin değişik kıpılarının özsel karakteri, şöyle deyişlerde görülür: ‘‘Yukarıya yol ve aşağıya yol aynıdır,’’ ve ‘‘Su olmak ruhlara ölümdür, ve toprak olmak suya ölüm. Ama su topraktan gelir, ve sudan ruh.’’24 Bu hiç kuşkusuz örneğin şu bildirimlerde olduğu gibi belli bir göreciliğe götürür: ‘‘İyi ve kötü birdir’’; ‘‘Deniz en arı ve en pis sudur. Balıklar onu içebilir ve onlara iyi gelir: insanlar için içilmez ve yokedicidir’’; ‘‘Domuzlar çamurda yıkanırlar, ve kümes hayvanları tozda.’’25 Bununla birlikte, Birde tüm gerilim uzlaştırılır, tüm ayrımlar uyumlu kılınır: ‘‘Tanrı için tüm şeyler güzel ve iyi ve doğrudur, ama insanlar kimi şeyleri eğri ve kimilerini doğru görürler.’’26 Bu hiç kuşkusuz kamutanrıcı bir felsefenin kaçınılmaz vargısıdır—herşey sub specie aeternitatis ya da bengilik biçimi altında aklanır.

Herakleitos Birden Tanrı olarak, ve bilge olarak söz eder: ‘‘Bilge yalnızca birdir. O Zeus adıyla çağrılmaya isteksiz ve isteklidir.’’27 Tanrı evrensel Ustur (Logos), tüm şeylere içkin evrensel yasadır ki tüm şeyleri bir birliğe bağlar ve evrendeki sürekli değişimi evrensel yasaya göre belirler. İnsanın usu bu evrensel Usun bir kıpısı, ya da onun bir sıkıştırılması ve yönlendirilmesidir, ve insan bu nedenle usun bakış açısına erişmeye ve us ile yaşamaya çabalamalı, tüm şeylerin birliğini ve değişmez yasanın egemenliğini anlamalı, evrenin zorunlu sürecinden hoşnut kalarak ona başkaldırmamalıdır, çünkü o herşeyi-kapsayan, herşeyi-düzenleyen Logos ya da Yasanın anlatımıdır. İnsandaki us ve bilinç—ateşten öğe—değerli öğedirler: arı ateş bedeni bıraktığı zaman geriye kalan su ve toprak değersizdir—bir düşünce ki Herakleitos tarafından şu deyişte anlatıldı: ‘‘Cesetler dışarı atılmaya hayvan pisliğinden daha uygundur.’’28 Bir insanın çıkarı o zaman ruhunu olanaklı olduğu ölçüde kuru tutmaktır: ‘‘Kuru en bilge ve en iyidir.’’29 Nemli olmak ruhlara haz verebilir, ama gene de ‘‘su olmak ruha ölümdür.’’30 Ruhlar ‘‘uyuyanların’’ özel dünyalarından ‘‘uyanmışların’’ ortak dünyalarına, e.d. ortak düşünce ve us dünyasına yükselmeye çabalamalıdır. Bu düşünce hiç kuşkusuz Herakleitos’un Sözüdür. Böylece evrende tek bir içkin yasa ve Us vardır ki, insan yasaları bunun tenselleşmesi olmalıdırlar, gerçi en iyisinden onun eksikli ve göreli bir tenselleşmesinden daha çoğu olamasalar da. Evrensel yasayı ve insanın Usa katılmasını vurgulayarak, Herakleitos Stoacılığın evrenselci idealleri için yolun hazırlanmasına katkıda bulundu.

Bu evrensel, herşeyi-düzenleyen Us anlayışı evrenbilimlerini Herakleitos’dan ödünç almış olan Stoacıların dizgelerinde görünür. Ama Herakleitos’un Biri, Ateşi kişisel bir Tanrı olarak görmüş olduğunu düşünmeye hakkımız yoktur, tıpkı Thales ya da Anaximenes’in Su ya da Havayı kişisel bir Tanrı olarak görmemiş olmaları gibi: Herakleitos bir kamutanrıcıydı, tıpkı daha sonraki zamanların Stoacılarının da kamutanrıcılar olmaları gibi. Bununla birlikte, hiç kuşkusuz tüm şeylerin içkin, düzenleyici İlkesi olarak Tanrı anlayışı, olayları tanrısal Yasanın anlatımı olarak kabul eden ahlaksal tutumla birlikte, öyle bir ruhbilimsel tutum yaratma eğilimindedir ki, bunu Tanrının kozmik birlik ile kuramsal özdeşleştirilmesi tarafından mantıksal olarak gerektiriliyor görünen şeyle bağdaştırmak olanaklı olmayacaktır. Ruhbilimsel tutum ve kuramın katı istemleri arasındaki bu uygunsuzluk Stoacı Okulda bütün açıklığıyla görünür. Bu Okulun üyeleri sık sık öyle bir ansal tutumu ele verir ve öyle bir dil kullanırlar ki, bunlar evrenbilimsel dizge tarafından mantıksal olarak gerektirilen kamutanrıcı bir Tanrı anlayışından çok tanrıtanırcı bir Tanrı anlayışını imlerler—bir uyumsuzluk ki, törel sorular üzerinde artan yoğunlaşmalarına bağlı olarak, özellikle geç Stoacılar arasında yeğinleşiyordu.

Herakleitos dönemsel olarak yineleyen bir evrensel yangın öğretisi açıklamış mıydı? Stoacılar hiç kuşkusuz bu öğretiyi savundukları için, ve bunu Herakleitos’tan ödünç aldıkları için, dönemsel ve evrensel yangın öğretisi Herakleitos’a da yüklenmiştir. Ama gene de şu izleyeceğimiz nedenlerle bu yüklemeyi kabul etmek olanaklı görünmez. İlk olarak, gördüğümüz gibi Herakleitos karşıtların gerilim ya da çatışmasının Birin varoluşunun kendisine özsel olduğu olgusu üzerinde diretiyordu. Şimdi, eğer tüm şeyler dönemsel olarak arı ateşe geri düşüyor olsalardı, ateşin kendisi mantıksal olarak varolmaya son verirdi. İkinci olarak, Herakleitos kesin olarak söylemiyor muydu ki ‘‘güneş kendi ölçülerinin ötesine gitmeyecektir; yoksa Erineler, Türenin hizmetçileri, onu bulup çıkaracaklardır,’’31 ve ‘‘bu dünya her zaman diri kalan bir Ateştir ki, şimdi böyledir ve hep böyle olacaktır, ölçüyle yanar ve ölçüyle söner’’? Üçüncü olarak, Platon Herakleitos ve Empedokles’i şu zeminde karşı karşıya getirir: Herakleitos’a göre Bir her zaman Çoktur, oysa, Empedokles’e göre Bir sırasıyla Bir ve Çoktur.32 Profesör Zeller ‘‘Bu onun ve belki Platon’un da gözünden kaçmış olan bir çelişkidir’’ derken doğrulanması olanaksız bir varsayımda bulunur. Hiç kuşkusuz, Herakleitos’un gerçekten dönemsel bir genel yangın öğretisini ileri sürmüş olduğu pekin bir kanıta dayansaydı, o zaman gerçekten de söz konusu çelişkinin hem Herakleitos’un kendisi hem de Platon tarafından gözden kaçırılmış olduğu vargısını çıkarmamız gerekirdi; ama kanıt Herakleitos’un bu öğretiyi öğretmemiş olduğu yönünde olduğu için, bu konuda Platon’a bir yanlışı yüklememizin istenmesi haklı olamaz. Dahası, görünürde Herakleitos’un genel bir yangın öğretisini ileri sürdüğünü bildirmiş olanlar ilkin Stoacılar idiler;33 ve üstelik Stoacılar bile bu konu üzerinde bölünüyorlardı. Plutark bir karaktere şunları söyletmiyor muydu: ‘‘Stoacı yangının Hesiod’un şiirleri üzerine yayıldığını görüyorum, tıpkı Herakleitos’un yazıları ve Orfeus’un mısraları üzerine yayılması gibi’’?34

Herakleitos’un öğretisi, ayrımda birlik kavramı konusunda ne diyeceğiz? Bir çoğun, bir çokluğun olduğu yeterince açıktır. Ama aynı zamanda anlak sürekli olarak bir birliği, bir dizgeyi kavramaya, şeyleri biraraya bağlamak için kapsamlı bir görüş kazanmaya çabalar; ve düşüncenin bu hedefi şeylerdeki olgusal birliğe karşılık düşer: şeyler karşılıklı olarak bağımlıdırlar. İnsan bile, ölümsüz ruhu ile, yaratılışın geri kalanı üzerine bağımlıdır. Bedeni olgusal bir anlamda dünyanın ve insan soyunun bütün bir geçmiş tarihine bağımlıdır; ve yaşamı için özdeksel evrene bağımlıdır—hava, besin, içecek, güneş ışığı vb. yoluyla bedensel yaşam için; ve anlıksal yaşamı için de yine bilginin başlangıç noktası olarak duyum yoluyla özdeksel evrene bağımlıdır. Yine, ekinsel yaşamı için geçmişin düşünce ve ekinine, uygarlık ve gelişimine bağımlıdır. Ama insan bir birliği aramada ne denli haklı olsa da, birliği çokluğun zararına ileri sürmek yanlış olacaktır. Birlik, elde etmeye değer biricik birlik, ayrımdaki bir birlik, türlülükteki özdeşliktir, başka bir deyişle, yoksulluğun değil ama varsıllığın bir birliğidir. Özdeksel herşey türlülükteki bir birliktir (moleküllerden, atomlardan, elektronlardan, vb. oluşan), ve bu tüm dirimli örgenlikler için de geçerlidir. Giderek Tanrının Kendisi bile, tanrısal bildiriş yoluyla bilindiği gibi, kişilerin ayrımındaki bir birliktir. İsa’da türlülükte birlik vardır—Doğaların türlülüğünde Kişinin birliği. Kutsayıcı Görüşün birliği ayrımdaki bir birliktir—yoksa varsıllığını yitirecektir (hiç kuşkusuz Tanrı ve yaratık arasındaki ‘‘yalın’’ bir özdeşlik birliğinin olanaksızlığından ayrı olarak).

Yaratılmış evrene bir birlik olarak bakabilir miyiz? Evren hiç kuşkusuz bir töz değildir: bir tözler çokluğunu kapsar. Bununla birlikte, ona ilişkin düşüncemizde bir bütünlüktür ve eğer erkenin sakınımı yasası geçerliyse, o zaman bir anlamda fiziksel bir bütünlüktür. Evren, o zaman, belli bir düzeye dek türlülükteki bir birlik olarak düşünülebilir; ama belki de daha ileri gidebilir ve Herakleitos ile birlikte karşıtların çatışmasının—değişim—özdeksel evrenin varoluşu için zorunlu olduğunu ileri sürebiliriz.

(i) Örgensel olmayan özdek söz konusu olduğu sürece, değişim—hiç olmazsa yersel devim anlamında—zorunlu olarak söz konusudur, en azından eğer özdeğin bileşimine ilişkin çağdaş kuramlar, ışık kuramı vb. kabul edilecekse.

(ii) Şu da açıktır ki, eğer sonlu, özdeksel olarak koşullu bir yaşam olacaksa, o zaman değişim özseldir. Cisimsel bir örgenliğin yaşamı tümü de bir değişimi ve böylece ‘‘karşıtların bir çatışmasını’’ içeren solunum, özümleme vb. yoluyla sürdürülmelidir. Gezegen üzerinde türsel yaşamın sürmesi üremeyi kapsar, ve doğum ve ölüm pekala karşıtlar olarak adlandırılabilirler.

(iii) İçinde hiçbir karşıtlar çatışması bulunmayan, saltık olarak hiçbir değişim bulunmayan özdeksel bir evren düşünmek olanaklı mıdır? İlk olarak, böyle bir evrende hiçbir yaşam olamazdı, çünkü tenselleşmiş yaşam gördüğümüz gibi değişim olgusunu içerir. Ama, içinde hiçbir yaşam bulunmayan, bütünüyle duruk, bütünüyle değişimsiz ve devimsiz özdeksel bir evren düşünmek olanaklı mıdır? Eğer özdek erke terimlerinde görülürse, böyle salt duruk bir özdeksel evrenin nasıl olabileceğini anlamak güçtür. Ama, tüm fiziksel kuramlardan ayrı olarak düşünürsek, böyle bir evren fiziksel olarak olanaklı olsaydı bile, ussal olarak olanaklı olabilir miydi? En azından böyle bir evren için hiçbir olanaklı işlev saptayamayız—yaşamsız, gelişimsiz, değişimsiz, bir tür ilkel kaos.

O zaman öyle görünür ki salt özdeksel bir evren yalnızca a posteriori değil ama ayrıca a priori de kavranamazdır. İçinde örgensel yaşamın bulunduğu bir özdeksel evren düşüncesi değişimi gerektirir. Ama değişim bir yandan türlülük demektir, çünkü değişimde bir terminus a quo ve bir terminus ad quem olmalıdır; ve öte yandan dayanıklılık demektir, çünkü değişen birşey olmalıdır. Ve böylece türlülükte özdeşlik olacaktır.

Vargımız böylece Efesli Herakleitos’un gerçek bir felsefi kavram saptamış olduğudur, üstelik İyonyalı öncellerle aynı duyusal simgecilik yolunu izlemiş olsa bile; ve bu özsel olarak Çok olan Bir kavramı tüm duyusal simgeciliğin altında açıkça seçilebilir. Herakleitos hiç kuşkusuz tözsel düşünce kavrayışına, Aristoteles’in noesis noeseosuna yükselebilmiş değildi, ne de Aristoteles’in yapmaya çalıştığı gibi evrendeki dayanıklılık öğesini yeterince açıklayabildi; ama, Hegel’in dediği gibi, ‘‘eğer yazgıyı her zaman gelecek kuşaklara en iyi olanı saklayacak denli türeli düşünmek istersek, Herakleitos’tan almış olduğumuz konusunda en azından onun bu saklanışa değmiş olduğunu söylemeliyiz.’’35

Notlar

1Frag. 121.
2Frag. 39.
3Frag. 42, 40, 129 (D.’e göre 129 kuşkulu).
4Frag. 58, 79, 9, 119.
5Frag. 14.
6Frag. 123, 93, 1 (bkz. 17, 34). Bkz. Diog. Laert., 9, 6.
7E.G.P., s. 132.
8Bkz. Frag. 12 ve 91.
9Crat. 402 a.
10De Caelo, 298 b 30 (III, i).
11Herakleitos gerçekten Olgusallığın sürekli olarak değişmekte olduğunu, özsel doğasının değişmek olduğunu öğretir; ama bu onun için değişen hiçbir Olgusallık olmadığı anlamında yorumlanmamalıdır. Herakleitos sık sık Bergson ile karşılaştırılmıştır, ama Bergson’un düşüncesi de pek seyrek olmamak üzere, ve anlayışla karşılanması gerektiği gibi, büyük ölçüde yanlış yorumlanmıştır.
12Frag. 50.
13Frag. 80.
14Numenius. Frag. 16. apud Chalcidium, C. 297 (D. 22 A 22).
15Frag. 51.
16Hegel, Hist. Phil., I.
17Frag. 65.
18Diog. Laert., 9, 8-9.
19Frag. 30.
20Frag. 90.
21Diog. Laert., 9, 11.
22Frag. 54.
23Frag. 51.
24Frag. 60, 36.
25Frag. 58, 61, 37.
26Frag. 102.
27Frag. 32.
28Frag. 96.
29Frag. 118.
30Frag. 77, 36.
31Frag. 94.
32Soph., 242 d.
33Krş. E.G.P., s. 159-60.
34De def. orac., 415 vs.
35Hist. Phil, I, s. 297-8.

3
Herakleitos
William Sahakian
Herakleitos’un başlıca öğretisi herşeyin bir akış durumunda olduğunu, sürekli değişime uğradığını bildirir. Sürekli, değişmez töz diye birşey yoktur, çünkü enson olgusallık özsel olarak değişebilir bir tözdür, her zaman gelişmektedir ve buna göre sürekli olarak bir akış durumundadır. Tüm şeyleri karşıtlarına değiştiren çekişme süreci evrenin gerçek Efendisidir. Herakleitos evreni biteviye değişen bir dizge olarak gördü (hiçbir zaman hedefine ulaşma ya da bir eksiksizlik durumunda sonlanma anlamında tam ya da son olmayan). Bu düşünceyi özlü bildiriminde anlattı: ‘‘Herşey akar, hiçbirşey kalmaz.’’ Bir insan için aynı ırmağa iki kez girmenin olanaksız olduğunu söyledi, çünkü sürekli olarak ırmağa yeni sular katılırken aynı zamanda daha önce ırmağın parçası olmuş olan su sürekli olarak denize akar, böylece artık ırmağın bir parçasını oluşturmaz. Vargısı ırmağın verili herhangi iki kıpıda aynı olmadığıdır; zaman aralığı ne denli küçük olursa olsun, değişim daha şimdiden olmuştur. Bu nedenle, evrendeki başka herşey gibi, ırmak da süreklilikten yoksundur.

Bu yolda Herakleitos şeylerin gerçekte hazır yapılı birimler olarak varolmadıkları vargısını çıkardı (eğer varolmak kıpıdan kıpıya özdeş olmaları demekse); gerçekte, şeyler özdeşlikten yoksundurlar, çünkü yalnızca Oluş içindedirler ve Varlığın sürekliliğini göstermezler. Yalnızca geçici bir evrede ve her zaman birşey olmak üzeredirler. Herşey sürekli bir değişim, bir koşuldan bir başkasına dönüşüm durumundadır, tıpkı örneğin bir insanın çocukluktan yetişkinliğe geçmek zorunda olması ve zaman ile ilişkisi içinde yaşlanmayı durdurma ya da değişimleri önleme yeteneğinde olmaması gibi. Yalnızca zaman sürekli olarak ileriye doğru devinmekle kalmaz, ama bütün bir algı dünyası geçiş durumundadır.

Herakleitos’a göre Başlatıcı (ya da erken Yunan felsefecileri tarafından dünyanın yaratılışından sorumlu güçlere uygulanan terimle, Arke) karakteristiklerinin tüm türlülüğü içindeki algı özdeğini üreten devim idi. Bu bakımdan Herakleitos Miletuslular ile anlaşıyor, çünkü onlar da devimin kendini özdekte sınırladığına inanıyorlardı. Bu görüş hilozoistik öğretilerinde yansıtıldı, ve buna göre özdeğin tüm biçimlerine içkin dirimsel bir öğenin her zaman değişmekte olan evrendeki tüm süreçleri etkinleştirdiğini, tohumundan filizlenen bir ağaçtan yatağını denize dek açan bir ırmağın devimlerine dek her yanda işlediğini düşündüler.

Duyu nesnesi değil ama kozmik devim bengi olgusallıktır. Bu kozmik devim, biteviye değişmesine karşın, gene de özdeşliğini koruyan ateşin biçimini alır. Öyleyse Herakleitos için ateş tüm şeylerin doğuşudur, devimden sorumlu tözdür, kendisi de aralarında olmak üzere başka her şeyi değiştiren evren-gerecidir. Sona ermeyen devimine karşın, ateş tekbiçimli kalır; buna göre, evren, değişmesine ve bu anlamda süreklilikten yoksun olmasına karşın, yaratılmamış bengi bir değişebilirlik olmalıdır. Herakleitos’un felsefesinde kamutanrıcı bir hilozoizm buluruz, çünkü evren ilkesini, ateşi, devim ile (ki dünyanın oluşumundan sorumludur), enson olgusallık ile, ve Tanrı ile özdeşleştirir. Böylece Ateş—ya da Tanrı—tüm doğadan ve onun sürmekte olan görüngülerinden sorumlu kozmik süreçtir, evren ilkesidir.

Gerçi ‘‘değişimin kendisinden başka hiçbirşey sürekli değildir’’ dense de, değişim süreci us ile, evrenin biricik sürekli yanı ile uyum içinde yer alır. Us dünyadaki tüm değişen ve yineleyen biçimleri denetler, biteviye değişen görüngülerin dizemli devimlerine yol gösterir, ve bu şeyleri yasaya göre yapar. Öyleyse Herakleitos’a doğal yasayı, bilim yasalarını bulan ilk insan olma ayrıcalığını vermeliyiz. Logos olarak adlandırdığı bu doğal ilke, us (ya da doğa yasası), doğaya egemen olan ussal ilkedir; kozmik süreci evrensel ve değişmez yasa ile uyum içinde yönetir. Evrenin Logosu kozmik etki ve tepki süreçlerinin düzenli davranışını olanaklı kılar. Bu süreçler bitimsiz bir döngüde şeyleri geliştirmek ve sonra dağıtmak için birleşirler—bir döngü ki, yaşamdan ölüme, ortaya çıkıştan yitip gidişe, yaratılıştan yokoluşa, kaostan kozmoza—ve evrik olarak—devinir, ve tümü de dizemli bir değişimin ardışıklığı içindedir. Evrendeki herşey döngüsel bir düzende yer alan bu değişim ve karşı-değişim sürecinden geçer, ve yalnızca değişim yasası, eş deyişle Logos kalıcılığını sürdürür.

Logos, doğadaki evrensel us olarak, ayrıca buyruklarına boyun eğdiği tüm durumlarda ruhun besin, dirimsellik ve eksiksizlik için kendi iç kaynağıdır. Herakleitos’un (evrenin enson olgusallığı olan) ateşten diye betimlediği ruh evrenin tinidir. Yaşam sırasında bedenin içerisinde tutsaktır ve ölüm geldiğinde oradan göç eder ve sonra yaşam boyunca gösterdiği ahlaka uygun ya da aykırı tutumlar için haklı bir yargılamayı beklemesi gerekir. Kuru bir ruh, diyordu Herakleitos, nemli bir ruha üstündür (ateş ve kuruluk birlikte giderler); buna göre, dengeli bir tutum sürdürmeli, nemli durumundan ötürü sarhoş bir ruhun usa göre davranmak yerine tutarsızlık içinde davrandığı olgusunu kafadan çıkarmamalıdır.

Herakleitos insanlara tüm eylemlerini usa (Logos) uydurmaları gerektiğini öğütledi. Nasıl doğa evrensel yasalara boyun eğiyorsa, insan da hem kişisel (ya da törel) hem de toplumsal (ya da politik) yaşamında evrensel yasalara boyun eğmeli, çünkü ussal kurallara, eş deyişle törel ilkelere göre yaşamalıdır. Ancak böyle bir tutum yoluyladır ki dirlik ve mutluluk bulunacaktır; ancak usa boyuneğme yoluyladır ki bu istenen sonuçlar olanaklı ve insanca erişilebilirdirler. Ne yazık ki, diyordu Herakleitos, kitleler kendi duyuları ve görüngüler tarafından aldatılır. Bilge insan mutluluğa ve doyuma giden doğru yolda usu izleyecektir.

SAHAKIAN: FELSEFE TARİHİ: 2. ÖZDEŞLİK VE DEĞİŞİM SORUNU]
Çeviren Aziz Yardımlı (C) İDEA YAYINEVİ 1989-1996
İdea Yayınevi / 2014